Sangarios: Günümüzde
Sakarya Nehrinin adı. Sangarios Helencedir. Kök olarak Sankara/Sangara
kelimesinden türemiş olabilir. Bilge Umar’a göre Luvi dilinden gelme bu isim
“Kutlu” “Kutsal” “İyi, güzel” “Swa” ön takısıyla S(wa)-Anka-(u)ra yani “Kutsal
Anka” olmalıdır. Ankara ilinin adının da bu nehirden gelmiş olabileceği
düşünülebilir.
Bütün ırmaklar gibi o da Okeanos'la Tethys'in oğlu sayılır. Troya
kraliçesi Hekabe onun kızıymış derlerdi. Sangarios
adına Phyrigia bölgesinde geçen birçok mitolojik hikayede geçmektedir. Azra
Erhat’ın Mitoloji Sözlüğünden bu hikayeleri onun anlatımıyla aktarmak
istiyorum:
Pausanias'ın anlattığı Agdistis efsanesi ana tanrıça
Kybele'nin Pessinus'taki kültüne ilişkin bir efsanedir. Zeus bir gece düş görerek
tohumunu yeryüzüne döker. Bundan hünsa bir varlık doğar: Agdistis. Hem kadın,
hem erkek olan bu yaratığı tanrılar ele geçirir ve erkeklik uzvunu kesip
atarlar, uzuvdan bir badem ağacı meydana gelir, ırmak tanrı Sangarios'un
(Sakarya) kızı bu ağaçtan bir badem koparıp göğsüne saklar, bundan gebe kalarak
Attes (başka kaynaklara göre Attis) adlı bir oğlan doğurur. Onu dağa bırakır.
Attes büyüyünce öyle yakışıklı, öyle eşsiz güzellikte bir delikanlı olur ki o
zaman salt kadın olan Agdistis ona âşık olur. Ne var ki Attes Agdistis'ten kaçmak
İçin Pessinus'a gider ve orada kralın kızıyla evlenmeye kalkışır. Tam düğün
gecesi düğün ezgileri söylenmektedir ki Agdistis birdenbire çıkagelir. Attes
onu görünce çıldırır ve erkekliğini keser, Pessinus kralı da aynı şeyi yapar.
Attes ölür, Agdistis de sevgilisinin bedeninin bozulmamasını sağlar.
Bu efsanenin başka bir
anlatımı da şöyledir: Phyrgia ilinin sınırlarında Agdos adlı ıssız bir kaya varmış, orada Kybele tanrıçaya bir taş biçiminde
tapılırmış. Zeus tanrıçaya tutulmuş, onunla birleşmeyi başaramayınca tohumunu
bir kayanın üstüne bırakmış. Bu tohumdan Agdistis doğmuş, hünsa imiş,
Agdistis'i Dionysos sarhoş ederek erkekliğinden etmiş; uzvundan bir badem ağacı
çıkmış, bunun meyvesini Sangarios ırmağının kızı Nana göğsüne almış, gebe kalıp
Attes'i doğurmuş. Sangarios Nana'ya çocuğu dağa bırakmasını buyurmuş. Bebek
gelen geçenin ilgisini çekmiş, onu bir tekenin sütüyle beslemişler, tekenin sütü
olamayacağı halde, adının Phrygia dilinde teke anlamına gelen
"attagus" teke ile ilişkisini göstermektedir. Ne var ki bu attagus sözcüğü
"güzel" anlamına da gelebilir. Her neyse Agdistis ile Kybele ikisi
birden gönül vermişler bu güzel delikanlıya, ama Phrygia kralı Midas onu kendi
kızına almak istiyormuş. Derken Agdistis Attes'i çıldırtmış, delikanlı bir çam
ağacının dibinde erkekliğini keserek can vermiş.
Kybele tanrıça onu gömmüş,
toprağa akan kanından biten menekşeler dibinde öldüğü çamı çepeçevre sarmışlar.
Midas'ın kızı da umutsuzluğa düşerek canına kıymış, Kybele onu da gömmüş ve
onun mezarı üstünde de menekşeler bitmiş. Ayrıca mezarı üstünde bir badem ağacı
büyümüş. Agdistis Zeus'a yalvarmış Attis'in bedeni hiç bozulmadan kalsın, çürümesin
diye, Zeus da bu dileğini yerine getirmiş. Attis'in saçları büyümeye, küçük
parmağı da oynamaya devam edecekmiş. Bu sözü aldıktan sonra Agdistis
sevgilisinin ölüsünü Pessinus'a götürmüş, orada gömmüş ve anısına bir bayram
ile bir rahip heyeti kurmuş.
Bu efsanelerde Agdistis
ile ana tanrıça Kybele birbirine karışmaktadır. Motifleri toprak bereketini ve
bitkinin öldükten sonra yeniden dirilmesini simgeleyen bu efsaneler daha çok
alegorik birer anlam taşır. Bunlardan amaç, Pessinus'taki Kybele kültünde
rahiplerin belli zamanlarda ve törenlerde erkeklik uzuvlarını kesmelerinin
nedenini ve kaynağını anlatmaktadır. Kybele tanrıçanın ise Anadolu'da ve çevrede
tarih öncesi çağlardan Roma devrine değin çeşitli adlarla tapım gördüğü herkesçe
bilinmektedir (Kybele).
Sangarios (Sakarya) ırmağının
kızı, Agdistis-Attis efsanesinde adı geçer. Halikarnas Balıkçısı serüvenini şöyle
anlatır (Hey Koca Yurt, s. 23):
"Sakarya ırmağının
kızı, su perisi Nana, sıcak bir günün akşamı serinlemek için, kendini Sakarya
suyuna atmış. Şıpır şıpır yıkanırken, bir badem ağacının dalı üzerine eğilmiş.
Su perisi bademi kırıp soymuş. Beyaz badem içini yemeden önce, her nedense,
badem içinin aklığını, teninin aklığı üzerine tutmuş. Badem içini, yumuşak iki
göğsü arasında tutarken, hayret ve hayranlıkla bakakalan gözleri önünde tuhaf
bir şeyler olmaya bağlamış: Sanki badem içinin ve göğsünün aklığı eriyerek
birbirine karışmaya koyulmuş. Nana böyle bakadururken, içine tatlı bir
baygınlık yayılmış. O sıralarda güneş, pembe pembe batmaktaymış, bütün dünya
pespembe bir boşluk olmuş. Uyandığında yıldızlar pırıl pırılmış. Tatlı tatlı esnerken,
gebe kalmış olduğunun farkına varmış. Dokuz ay sonra, yüzüne; bakılmayacak
güzellikte bir oğlan doğurmuş".
Geç ilkçağın
mitograflarının yazdığı bir efsaneye göre, Nikaia Sangarios (Sakarya) ırmağı
ile tanrıça Kybele'nin kızıdır. Kız oğlan kız kalmaya ant içen bu nympha
erkekten kaçar, yalnız avcılıktan hoşlanırmış. Hymnos adlı bir çoban gönül
vermiş ona, ama Nikaia delikanlıyı yanına yaklaştırmamış, karşı koymaya çalıştığı
bir anda da attığı bir okla onu yere serip öldürmüş. Tanrı Eros kızın bu davranışına
çok içerlemiş ve Dionysos'a ait olacağına karar vermiş. Nikaia'yı derede yıkanırken
çıplak gören şarap tanrı kıza tutulmuş, kendisini Hymnos gibi öldürmeyi kurduğunu
anlayınca da, Nikaia'nın su içtiği bir ırmağa şarap karıştırmış. Kız sarhoş
olunca Dionysos muradına ermiş. Nikaia gebe kalmış. Önce canına kıymayı denemiş,
ama sonra tanrıya boyun eğmiş ve ona birçok çocuklar doğurmuş. Dionysos da
Hindistan'a yaptığı yolculuk dönüşünde Nikaia'nın şerefine bir şehir kurup ona
sevgilisinin adını vermiş. Bu şehir ilkçağda Nikaia, bugün İznik diye anılan şehirdir.
Kaynakça: Azra Erhat- Mitoloji Sözlüğü
–Remzi Kitabevi -1996 / Bilge Umar –Türkiye’deki Tarihsel Adlar –İnkılap
Kitabevi -1993
Taylan Köken
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder